Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ŞELALE KADAK

'Hedefimiz kaliteli yaşam süresini artırmak!'

Dünyanın önemli üniversitelerinde araştırma yapan Türk bilim insanlarını gördükçe, hep "Ah keşke bu değerli insan gücü Türkiye'deki üniversitelerde araştırma yapıyor olsalar" diye geçiririm içimden.
Yine öyle oldu, yoğun Harvard programının ardından tanıştığım doktoralı Türklerin en azından yakın gelecekte Türkiye'ye dönmeyi düşünmediklerini öğrendim. Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil'in başında bulunduğu Harvard Üniversitesi Kamu Sağlığı Fakültesi'nde (Harvard School of Public Health) şimdi adı Sabri Ülker Merkezi olarak değişen laboratuvarda bir birinden başarılı hem Türk hem de Japon, İtalyan, İspanyol, Amerikalı araştırmacılar var.
Bilkent Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Mezunu 27 yaşındaki Meriç Erikçi Ertunç bunlardan biri. 4 yıldır Hotamışlıgil ile çalışıyor ve bize laboratuvarı gezdirirken, Prof. Hotamışlıgil Gizem'i işaret ederek, "Yağ dokusundan salgılanan yeni bir hormon üzerinde çalışıyor. Karaciğer üzerinde, yağ üzerinde nasıl bir etkisi olduğuna bakıyor. Diyabetli ve fazla kilolu hastalarda daha fazla salgılanan bu hormon karaciğerin şeker üretimini artırıyor" diyor. Ekibin amacı bunu baskılayacak formüller geliştirmek ki Gökhan Hotamışlıgil, "Sonunda tabii ki mucize bir ilaç olmayacak. Daha doğrusu biz yaşarken göremeyeceğiz belki ama ucu gözüken araştırmalarda birçok kronik hastalığı olanların daha uzun yaşayacağı formüller bulunuyor. Yaptığımız araştırmalar kaliteli yaşam süresini artıracak" şeklinde özetliyor çalışmaları. Konuştuğum Türk araştırmacılar özgür üniversite ortamı ve laboratuvarda sahip oldukları imkanların zenginliği nedeniyle Harvard gibi üniversiteleri bırakıp da Türkiye'ye dönmek istemiyor.
Gökhan Hotamışlıgil'in Yıldız Holding'in 24 milyon dolar bağışıyla daha da genişleyecek olan laboratuvarında bugün olmasa bile çok yakında ucu hepimize dokunacak araştırmalar yapılıyor. Hal böyle olunca beslenme konusunda Hotamışlıgil'e birbiri ardına sorular soruyor ve kendi yaşamında nelere dikkat ettiğini de anlamaya çalışıyoruz.
Hotamışlıgil, kalp ya da şeker gibi kronik hastalıkları olanların düzenli ilaç kullandıklarını ve antibiyotik gibi kısa süreli bir ilaç kullanımı olmadığı için de kimi zaman 10 yıl ya da 20 yıl sonra sentetik ilaçların yan etkileriyle karşı karşıya kalındığını hatırlatıyor ve "Ekip olarak yaptığımız bazı araştırmalarda sentetik maddeler değil de doğal maddeler kullanabilir miyiz? İşte bu yolu da açabilmenin peşindeyiz" diyor.
Yine Hotamışlıgil'in ekibinde yer alan bir Türk araştırmacının şu anda paketlenmiş ekmeklerdeki koruyucu madde oranıyla ilgili bazı araştırmalar yaptığını öğreniyoruz. Hotamışlıgil, "Koruyucu kimyasalların miktarında küçük oynamalarla sağlığa önemli katkılar yapılacak. Yapılan arıştırmalar şirketlerin çok dikkatini çekiyor" diyor.
Domates, zeytinyağı, şeftali!

Hotamışlıgil'den kısa kısa şu bilgileri not ediyorum bir de:
"Körfez ülkelerinde diyabet oranı yüzde 50'lerde. Türkiye yüzde 10'luk oranıyla iyi bir yerde. Ama tabii yediğimiz içtiğimiz her şey kronik hastalıklar konusunda önemli ve ne yazık ki tohumlarımız tehdit altında. Kendi yerel tohumlarımızı koruyamıyoruz. Genel olarak yemek yeme alışkanlıkları açısından Türkiye'nin batı tarafı Akdeniz gibi, doğu tarafı da Körfez gibi davranıyor. Bu da sağlık göstergelerine yansıyor. Zeytinyağlı tüketimi doğuda çok yok. Benim kendi beslenmemde vazgeçemediğim iki gıda domates ve zeytinyağı. Bir de tabii şeftali. Türkiye'ye geldiğimde yazın kilolarca şeftali yiyiyorum."
Not: Kurban Bayramı'nızı kutluyor, nice huzurlu ve mutlu bayramlar diliyorum.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA